31 Ekim 2019 Perşembe

ateş böceği




ateş böceği kendindeki ateşi bilmez,
ateşe uçar daima.

gözünü alan büyük ateşin
tek bir damlasının bile kendisini yakacağını
belki bilir belki bilmez.

ateşin kızıl büyüsüne kaptırmış gönlünü;
içindeki ateşi, yansıması sanır
gözünü kör eden büyük ateşin                                                                                       
oysa içindeki ateşe koşanlar da vardır
bilmez ateş böceği...                                                                                           
durmadan ateşe koşar
belki de neden koştuğunu hiç bilmez

  nedenleri sorgulamaz ateş böceği

                                  27 haziran 2006

30 Ekim 2019 Çarşamba

ya hayallerim?



kalabalık hatıralar 
tenhalaştırır beni
kuşku gömleklerimi sırtıma yükleyen onlar...

sınavlarda barajı aşamayan
eli dönse dili dönmeyen bir adam oldum çıktım

kuşkular üşüttü geleceğimi avucumda
düş korkusu döndürdü başımı

şiir mi tuttu yoksa dünya mı ağır?
başımı döndüren ne?

satırlara ektiğim düşlerim
karanlığa gömülüp şiirimi yuttu.

Hazırlanmadan yenildim
çiğnenen hayallerim...

                               2011- Nisan


24 Ekim 2019 Perşembe

An'ı Biriktirmek



AN’I BİRİKTİRMEK

Ezelden beri severim an'ı biriktirmeyi. Anı biriktirirken an kaçıracağım, diye de hep korkarım. O yüzdendir benim fotoğraflara, fotoğraf çekmeye düşkünlüğüm.
Küçük bir çocukken annemin ve babamın siyah beyaz başlayan sonra 90'lara doğru renklenen fotoğraf albümlerini karıştırmayı da çok severdim. Bir kısmı hiç tanımadığım insanlar, bir kısmı akraba diye bana tanıtılan onlarca insanın o an neler yaşamış olabileceğini hayal ederdim. Ne konuşuyorlardı fotoğraf karesine düşmeden iki dakika evvel de bir fotoğraf çektirdiler acaba? Kim bilir nelere gülüyorlardı ve an'ı kaydetmek istediler. Kime göstermek istediler o an'ı? Belki birilerine göstermek değildi de  kendilerine "Yaşadım."ın kanıtı olarak  kaydettiler o anları? Bunlar gibi bir sürü şey geçerdi aklımdan o albümlere bakarken. O yaşlarda başladım ben işte kurgulamaya. Fotoğraflardaki an'ları canlandırırdım gözümün önünde. Fotoğraftan önceki dakikaları yaşatırdım zihnimde. Fotoğrafı çeken kişi olurdum çoğunlukla, yani oyunun/an’ın gizil kahramanı. Şimdiki aklım olsa bir kenara yazardım. Bugünkü cümlelerimle yazamazdım belki ama en azından elimde olurdu zihnimden geçenler. Keşke akıllı telefonlar benim çocukluğumda olsaydı diyorum, böyle zamanlarda.
Albümleri elime alıp saatlerce bakardım. Çok severdim fotoğrafları tek tek incelemeyi. Kendi bebeklik fotoğraflarımı görmek de hoşuma giderdi ama en çok anne ve babamın benden önceki hayatlarını yansıtan fotoğraflar ilgimi çekerdi. Onların siyah beyaz fotoğrafları ama rengarenk hayatları beni büyülerdi. Televizyonda izlediğim Türk filmlerindeki gibi giyinen annem ve babamın hayatına sızmış hissederdim fotoğrafları elimdeyken. Veee en sevdiğim fotoğraflar birilerine gönderilmiş ama sonra yine bir şekilde bize gelmiş(ki muhtemelen tek kopyası olduğu için arkasındaki mesajı ilettikten sonra bir sohbet esnasında geri verilmiş) ya da bize birileri tarafından gönderilmiş fotoğraflardı. Amcam çekmiş mesela askerden babama yollamış. Anneme gelmiş mesela bir arkadaşından çocuklarının fotoğrafı. Yılbaşı tebriği olarak teyzem oğulları ile fotoğrafını yollamış. Bayram kutlaması için annemin kuzenleri okullarında çekilmiş bir fotoğraf yollamışlar.... Arkalarındaki yazıları okumaya bayılırdım. Aslında gayet resmi ama o kadar da samimi cümleler. “Ablacığım, Onur ve Okan büyüyor, bizler iyiyiz. Ahmet ağabeyim nasıl? Kızlar nasıl? Bayramda köyde görüşürüz inşallah. Sizlerin ellerinizden, kızların gözlerinden öperim. Yeni yılınız hayırlı olsun.  Kardeşin.”
Şimdi nasıl kutlanıyor yılbaşı, bayram? Çoğunluk bir sms ile geçiştiriliyor. Eskiden her şey daha mı özenliydi yoksa? Bu da ayrı bir konu, evet dağılmayayım. 
Fotoğrafı çeken kişide kalırdı çoğunlukla o yıllarda fotoğraflar. Paylaşmak çok zordu, hele ki anında… Fotoğraf makinesinin içindeki rulo dolacak, bir fotğraf baskıcısı bulunacak, yanmadıysa kim bilir kaç zamandır gün ışığına çıkmayı bekleyen fotoğraflara kavuşulacak. Zahmetli ve maliyetliydi de bu işlem. Belki birkaç kişiye daha çoğaltılırdı çok çok. Film rulolarına gözü gibi bakılırdı, rulo ışık görmemeliydi. Makinanın arkası kesinlikle açılmamalıydı aksi takdirde gitti tüm an’lar. Tabi bir de o zamanlarda poz verilince hemen, bir kerede çekilirdi fotoğraf, tekrarı yoktu pozların. “Beğenmedim, sil; yenisini çek.” demeler yoktu. Gözünüz kapalı çıkabilirdiniz ya da konuşurken yakalanmış olabilirdiniz an’a. Hey gidi, hey… Keyfi de oradaydı belki.
Neden fotoğraf çektirir insan? Neden an’ı yakalamak ister?
Yazımın başında da dedim ya ben, başkalarını bilmem ama korkarım unutmaktan. O yüzden her mutlu olduğum an’ı yakalamaya çalışırım. An geçip giderken geçmişe doğru; biz hep yol alıyoruz yarına. Yarın, dünü hatırlar mı insan her zaman? Yakın zamanları belki ama ya öncesi... Hatırlamak istemediklerimiz de olabilir belki fotoğraflarda ama onlar bile bizi, biz yapan an’lar arasındadır. Unuttuklarımız ve unutmak istemediklerimiz hepsi bugünün temeli değil midir?  Unutmak istediklerimi bile üzerinden yıllar geçtikten sonra fotoğraflarda görmek farklı bir haz verir bana. Hüzünle karışık bir mutluluk… Ben,  oldum sayenizde derim fotoğraflara bakıp o an’daki insanların gıyabında.  Bu cümleyi kalbimden ya da dilimden geçirdiğimde ise affederim geçmişi, geçmişte beni kıranları… O yüzden an’ı severim.
Peki, hep mutlu an’larda mı fotoğraf çektirir insanlar?
Benim mesela ağlarken çekilmiş fotoğraflarım var. Kim çekmiş, neden çekmiş bilmiyorum. Farkında olmadan bana o an’ları da unutma mı demek istedi çeken kişi bilmiyorum. “Sadece kahkaha atmıyorsun sen, hıçkıra hıçkıra ağladığın an’lar da var.” demek istedi acaba? O fotoğrafları gördüğümde çok net hatırladım o gün ne olduğunu ve ne için gözyaşı döktüğümü. Ama bir fotoğraf var, liseden üç arkadaşım, kardeşim ve arkadaşlarımdan birinin kardeşi; bir kanepede dizilmişiz “süphaneke boncuğu” gibi, hepimizin dişleri reklam çekimine hazır ve nazır… Kızları hatırlıyorum, fotoğrafın zamanını da saçımdan, kaşımdan üniversitenin ilk yılında çekilmiş,  diye tahmin ediyorum. Ama bir türlü bu ekip neden bir araya geldi, hatırlayamıyorum. Lisede okuyan kardeşim, biri benimle İstanbul’da okuyan, biri Balıkesir’de okuyan arkadaşlarım ve liseden manevi kız kardeşim ve kardeşi… Hatırlamıyorum.
Demek ki an’ları yakalasam da anıları her zaman yakalamak mümkün olmuyor maalesef. Anı biriktirin bol bol, benim gibi an’ı biriktirecekseniz de yazın anlarınızın arkasına: şu gün, şu saat, şu dostlar, şunun için birlikteyiz. Yeni, keyifli an’lar biriktirmeniz dileğimle….


17 Ekim 2019 Perşembe

şiirimsi


               


               Ay seni hatırlatır bana  
                    Fenerbahçe parkını
                                       yıldızları
                                            gölgemizi
                              gecenin ayazına karışan nefesimizi
                                   Ay bizi hatırlatır bana
                                         O yüzden sevmem ben dolunayı 

                                                                       17.10.2019


11 Ekim 2019 Cuma

yansı kadın




Beşiktaş-Kadıköy vapurunda bir kadın…
Saçlarının kırmızısı soluk,
yüzü beyaz, yılların yorgunluğu bakışlarına sinmiş.
Geçti oturdu karşıma
(Ne kadar da anneme benziyor.)
Ben ona bakıyorum, o bana bakıyor (çaktırmadan)
Elleri beyaz, yorgun, lekelenmiş.
Gözleri kaygı dolu, ürkek…
Bacak bacak üstüne atışı aynı annem
Omzunda yaşanmışlığın izleri…
Kadın kırgın, durgun, alımlı…
Vapur Kadıköy’e yanaşmış.
Kadın öylece duruyor, geçen zamana inat.
Son kez bakıyorum kadına, kaçamak
Vapurun camında rastlıyorum bana.
yüzüm/ruhum karışmış .

                                                 1 Nisan 2011


9 Ekim 2019 Çarşamba

Hani Olur ya Bazen....



hani olur ya bazen, kaçarsın her şeyden
hani olur ya bazen, şarkı biter aniden
işte böyle günlerde, hep uyumak istediğinde
tam da böyle günlerde; umudu büyüt içinde... (radikal noise)



Benim de kulaklarımda günün sesi; elim, ayağım rutin işler meşguliyetindeyken telefonum çaldı. Numara telefonumda kayıtlı olmasına rağmen isim çıkmamıştı. Teknolojinin akıl erdiremediğim noktalarından biridir bu da. Akıllı telefon aptallaşıverir(iki ayrı yerde kayıtlı diye ismi çıkaramaz ekrana) 7-8 yıl ara verilmiş bir arkadaşlığın kırgınlığında dile gelir sanki teknoloji; intikam alır gibi karşıdaki sesten. "Sen çekip gidersen hayatımdan silerim numaranı." imajı verir. Allah'tan karşıdaki ses de teknolojinin bu yalancı çıkarmışlıklarına aşinadır da uzatmaz bozuntusunu ama sen ;
"Telefonun kayıtlıydı ama hayret sen yaşıyor muydun?" diye surata buz gibi çarpan bir soruyla devam edersin acıtıcı konuşmaya. Kırgınlığını dile getirmeye yetmeyecektir aslında hatta üzüleceksindir onu üzdüğün için ama "Olsun."dur, sen çok üzülmüşsündür ya...

Elli dört dakikalık özet geçilmiştir ama tüm detayları anlatılmak istenir aslında onca yılın. Neler olmamıştır ki onca zaman; iki ayrı hikaye içinde kaç farklı hikaye yaşanmıştır kim bilir? Konuşmaya başladığında bilinçsizce içinde olduğun can acıtma arzusu konuşma ilerledikçe farkında olmaksızın yumuşar, yerini dün Kadıköy'de buluşmuşsun da bugün aklına dün atladığın, anlatmayı unuttuğun bir şeyi aktarmak için aramışsın hissi uyandırır karşı seste. Sen de o aynı hisle konuşursun; kayıp senelere hayıflanan kalbin ısınıverir birden. Ne güzel arkadaşlarım vardı benim, dersin. Ne kırgınlık kalır ne kızgınlık. Yeni neslin cesaretinden; bizim gibilerin sıkışıp kalmışlığından, esaretinden... söz ederken görüşmeyeli içinden çıkılmaz an'ların, durumların kölesi olduğunu söyleyen karşı sese destek olurken bulursun kendini; kendin sanki; kendini aşmışsın, içinden çıkılmaz durumlardan çıkmışsın da onun da ruhunu azad etmesi ikin telkinler dile getirirken bulursun kendini.

"Sekiz yıldır komadaydım, yeni uyandım say." dediğinde ise yalnız olmadığını hissedersin. Bizim gibilerin tutunamayışının normal olduğunu düşünürsün. Yargılamayı bırakıp affedersin birden. Kendini de karşı sesi de özgür bırakırsın. Diline eski bir şarkı dolanır telefonu kapattığında.

Hemen o şarkıyı açarsın, yüksek ses, peş peşe, defalarca, içine içine dinlersin, iki üç satırın yazılası gelmiştir. Tadı damağında kalmış dostluk satırlarıdır bunlar. Bir daha aramayacak/aranmayacak olsan da sözleşilmiştir ya beklersin. Söz verdiği saatte arasın istersin.

Not: Şarkının karşı sesle falan hiç alakası yoktur. Umut barındırır sadece. Eskiden çok dinlenirdi ve şimdi umut aşılarken hem iç sesine hem karşı sese tam da yeridir dersin bu şarkının.


şarkının linki aşağıda


https://www.youtube.com/watch?v=oMbJGqzc5us







3 Ekim 2019 Perşembe

dilenci




İki nefes çektim
seni diledim
beni gözlerine götüren bir trendim
yollar(d)a di(n)lendim
özlemlerimi vagonlarımda biriktirdiğimde
                kendimi senime yasak ettim
rayların yıpranmış demirlerinde
dilendim,söylendim
bir köşeye çekilip di(n)lendim.
                31.01.2011

2 Ekim 2019 Çarşamba

Nereliyim?


Güne her zamankinden erken başladım.
Karşıya geçmem gerekiyordu, arabayı Kadıköy'e bırakıp vapurla geçmişim iyi ki. Hem trafik derdinden kurtuldum hem de vapur yolculuğu iyi geldi. Deniz, sabah serinliği, gözümü alan güneş... öyle keyifliydi ki... Bu keyifle düşünceler arasında dolaşmak başka oluyor.
Sabah arabada dinlediğim radyoda "Nerelisiniz?" diyordu.
Nereliydim ben?
Ankara/ Polatlı doğumluyum ama ne Polatlı'yı bilirim ne Ankara'yı. Gitmişliğim var ama birkaç kez gitmekle oralı olunmaz ki...
Altı yaşımda Bursa'ya taşınmışız. Gölyazı'ya. Orada öğretmendi annem, babam. Bursa'yı da çok bilemedim ben çünkü çocuk şuuru/şuursuzluğu ile geçen sekiz yılın ardından Kütahya Anadolu Öğretmen Lisesini kazandım. Hayır Anadolu Lisesi değil, Anadolu Öğretmen Lisesi. Ne fark eder derseniz çok fark var. Eğitim bilimleri dersleri gördük biz diğer liselerden farklı olarak. Hoş şimdi ne o dersler var ne de öğretmen liseleri. Kendimi ait hissetmeye çok yakındım okuluma ama hiç oralı olmadığım tek yer Kütahya'dır. Çok insan tanıdım, çoook insan sevdim ve hayatımın en önemli noktalarına taşıdım o insanları Kütahya'da ama hiç oralı olamadım. Yatılı okulun gri duvarları, Kütahya'nın ayazı engeldi belki oraya ait olmama.
Sonra İstanbul...
Aşık olunan, aşıklara şahit, aşkın ta kendisi olan şehir... 1999 yazında gelip de gördüm ya Kadıköy meydanında yürüdüm ya yattım, kalktım üniversitede burayı kazanayım, diye dua ettim. "Hayırlısı olsun." dediler bana hep. "Hakkımda hayırlısı İstanbul olsun. " dedim. Kaderim İstanbul'a /İstanbul'da yazılsın istedim. Allah gönlüme göre verdi. dört yıllık açık cezaevim Kütahya sonrası özgürlükler şehri, özgür şehir İsatanbul'a transfer oldum. Üniversite beş yıl ve sonrası... hâlâ İstanbul.
Burada kendimi bulduğumu düşünüyorum. Bu şehir öyle bir şehir ki şeytana pabucunu ters giydirir. Ya yönünü kaybeder kaybolursun ya da sen, sen olduğunu kavrar, oturursun.
O yıllarda bana nerelisin diye sorduklarında "İstanbulluyum." derdim.
İstanbul'um derdim. Çünkü İstanbul da benim gibi çok şehirliydi, kalabalıktı, karmaşıktı, rengarenk, eğlenceli ve bir o kadar da hüzünlüydü. Ama en çok yalnızdı. İstanbul'dum ben, teşbihte hata var mıydı? Varsa da umrumda mıydı?
Son beş yıldır ise İstanbul'a da ait hissetmiyorum.
Nüfusum Eskişehir'e kayıtlıydı evlenene kadar; Eskişehir'i de bilmem ki ben. Akraba ziyaretleri dışında sokaklarında kaybolmuşluğum, atmosferinde yorulmuşluğum, yoğrulmuşluğum yok mesela.
Evlendim, bu kez kütüğüm Ankara'nın hiç bilmediğim bir köşesine uçtu. Orayı  ne gördüm ne de oraya gittim.
Vapurdan indim, karşıda işlerimi hallettim, Kadıköy' dönüp arabamı aldım, eve geldim.
Çoktan unuttum nihayete erdiremediğim "Nereliyim?" düşüncesini.
Ben hiçbir yerliyim epeydir. Peki siz nerelisiniz, hiç düşündünüz mü?




en çok okunan

Günyüzü

 Kütüğüne kayıtlıların  kalp sızıları ilee ters orantılıdır  adı Günyüzü'nün.  Boz, buruk, yorgun taşlarını kırıp Yeni betonlar diktiler...