Uyandın ya
Aç pencereni!
Güneşi solu iliklerine kadar.
Rüzgarı em iliklerine tüm benliğinle
Kavur, kavrul tınısıyla
Her gün başlayan hayatın.
Uyandın ya
Koş dışarı!
Kelebek kanatlarıyla uçamasan da
yumuşak adımlarla tanı hayatı
Uyandın ya
Aç pencereni!
Güneşi solu iliklerine kadar.
Rüzgarı em iliklerine tüm benliğinle
Kavur, kavrul tınısıyla
Her gün başlayan hayatın.
Uyandın ya
Koş dışarı!
Kelebek kanatlarıyla uçamasan da
yumuşak adımlarla tanı hayatı
Eski mahallemizden geçip aylar yıllar sonra eskiden müdavimi olduğumuz yerlerde dolaşınca ve tesadufi olarak eski bir mail hesabımdaki fotoğraflarla karşılaşınca çok başka yerlere gittim bu aksam.
Onca yılı başkası yaşamış, onca insanı başkası sığdırmış yüreğine sanki.
Son yıllarda öyle kalabalık ama öyle tek hissediyorum ki size anlatamam. Şu iskele kadar uzağım... kime mi? Sana, ona, buna, bazen bana... başkası gibiyim. Özlüyorum itiraf edeyim. Kimi mi? Seni, onu, bunu, bazen beni... subaşında duran kediyi, güneşi... şairi, şiiri, arıza yı.. LA yı, sonra diyorum ki kendime : Çok ağır geliyordu, böylesi daha iyi oldu. Ne mi ağır geliyordu? Sen, o, bu, ben... dizeler, satırlar, yanılsamalar, üç noktalar, parantez içleri.... satır sonuna sığmayan sözcükler, "büyük harfle başlaman gerek" zorunluluğu, yazar ve yazdıkları, sahneleyenler, sahnenin karşısındakiler... oyunun sonuna kadar kimsenin patlayacağını bilmediği kırmızı balon... ön sırada uyuklayan amca, yanında gözyaşlarına hakim olamayan teyze... sahneye çıkıp da seyirci yokmuş gibi şarkı söyleyen Teoman, konser alanında ordan oraya koşturan koştururken ayağının altındaki papatyaları görmeyen Süperman, Moda sahili, dalga kıran, Her konserine gittiğimiz Feridun. Telefonun çağrısındaki The Wall... üniversitenin spor salonunda kendisini ilk defa dinleyenlere şarkı söyleyen Tual... dans seçmelerinde hak etmediği halde ekibe seçilen o uzun boylu kız. Sarapların yanındaki çekirdek, Mujganin kucağındaki kova... yer sofrasında yenilen biber dolması, kapı çalındığında karşımda duran iğde ve çilek... pembe panter...
Bahar festivalleri, konserler, tiyatrolar, Kalamış.... deneme bilim merkezi... Maltepe karakoluna bakan gökyüzü...
Dedim ya geçmişe yolculuk yaptım bu gece... o yüzden sanırım uykum kaçtı yoksa içtiğim filtre kahvenin etkisi mi bu?
Hepsini nasıl da hatırladım ki... niye hatırladım ki... yine ağır geldiler.
Bitmesi gerekti...
Bitti.
Ardına bakmaya cesareti var mıydı,
baksa kalır mıydı?
Bilmiyorum.
Ama bildiğim tek şey
suyu çekilmiş bir nehirden arta kalan
derin çatlaklardık topraktaki.
Durgun, kabullenmiş, tüketmiş
(tüketirken tükenmiş)
Yan yana ama ayrı...
yaralarımız derindi
kırmızı, sancılı, tükenmez.
Birbirinden farklı kıvrımları vardı yara izlerimizin
ve...
Gitmesi gerekti.
Gitti.
Allı morlu hayaller satarım
Siz şehrin kaosunda kaybolmuşlara...
Kiminiz hiç fark etmez sergimdekileri
Kiminiz de dalar gider ufuklara.
İçi boş, sahte
mutluluklar vaat etmem size.
Asılsız yalanlara hiç meyletmem
Deniz aşırı memleketlerin
Sonsuz mavilikleri var derim,
Adı sizde, tadı dilinizde
Hayallerim var benim,
Allı morlu hayaller satarım.
Siz kendi labirentlerinde
Oradan oraya savrulanlara...
Kiminiz fark etmez elindekileri
Kiminiz her şeyini verir elimdekilere.
Geceye bir sır verdim
Rüzgar dindi birden
Kuşlar lal kesildi
Ay tabak gibi parladı gökyüzünde
Öyle herkesten de gizli değil ha...
Bir sen bilmiyordun.
Yahut bilmezden geliyordun.
Yoksa cümle alemin dilinde.
Ne gece sakladı sırrımı
ne elalem sustu
ne sen duydun!
Varsın, dolunay olsun bu gece sırrım
Yankılansın yeryüzünde
Şavkı düşsün yine dilden dile...
Ben bir hayale sığınırım
Yokluğunla ısınırım
Sen mışıl mışıl uyu. Melekler su içsin rüyalarından
- Nur içinde yatsın,
bir nefeste öldü bitti hayallerimiz.
Ardından kötü de konuşmak olmaz şimdi ama
gerçekleşmeyeceği de çok belliydi.
-Ne diyorsun sen yahu? Kafan mı güzel?Ne zaman
biraz vişne yesem
Çocukluğumun
ağzı kamaşır.
Huzur dolar içime.
Gözlerimi kapatır
Hayatın içinde koşmaya başlarım.
Önümde kuzenim,
Ellerimiz yapış yapış vişne.
Yakalanan ebe!!
Üstümüz başımız kıpkırmızı
Annelerimiz görse öldürecek 🥰
Aklımız hâlâ daldaki vişnede.
İkiz vişneleri koparıp küpe diye takarız.
Birkaçını ezip oje yaparız,
Kuruyunca vişne ojelerimiz
Afiyetle tadına bakarız.
Gülüşlerimiz yükseldikçe
Gülümser anneannem ve seslenir uzaktan
-çok yemeyin karnınız ağrır.
İlahi anneanne böyle lezzetli oyunlar
Hiç karın mı ağrıtır?
Kimse bilmez de
sormaz da...
Yüreğin neden ağır.
Çığlıkların içine içine akar.
Hoş bağır bağır bağırsan da
Dünya duymaz,
Dünya sağır.
Duyanlar da döner arkasını gider.
Gece sana kalır,
Hüzün sana kalır,
Dertler sana kalır.
Yollara düşsen geçer sanırsın
Yollar peşine dolanır
Yine sen aynı
Yine yaşananlar ağır.
Edinmek,
didinmek,
didişmek
derken
Ne yazık
sevişmeyi unuttu insanoğlu.
Sevmenin işteş çatılı hali:
sevişmek!
şimdilerde dakikalarda sıkıştı.
kalplerden uzaklaştı.
Önce edilgen
Sonra yalan oldu.
Kalemi büzüşesi bir şairin
çok anlamlı dizelerinin
pek anlaşılmayan dizesi;
Mısra-i berceste olmayı beklerken
Gözden kaçmış,
kıymet verilmemiş
müstakil bir dizeye
evrilmiş.
Gel zaman, git zaman
Gün ışığı yıllar içinde
tamamen unutulmuş o şiirlerin
sözcüklerinin üzerine devrilmiş.
Dilden dile, ilden ile uzanan şiirleri
herkes pek sevmiş.
Dizeler evrilmiş, çevrilmiş
Herkesçe sahiplenilmiş
Gel gör ki kimse dizelerin gerçek şairini bilmezmiş,
işin kötüsü merak da etmezmiş.
Ama önceleri buna çok içerleyen
kalemi büzüşesi
yüreği yücelesi şair
artık bunu dert etmezmiş.
Damla - 6 Temmuz 2023
Bir minik kalp atışı dinlemek için doktora gittiğimde iki minik ama dev kalbin şarkısını duydum ve o gün başladı benim “duble anneliğim”. Sizi kucağıma alıp kokladığım ilk gün (16 Mayıs 2014)
“Daha önce hiç nefes almamışım ben.” dedim.
Meraklı, ürkek bakışlarınız ile bana baktığınızda gözyaşlarının aşırı mutluluktan da akabileceğini öğrendim.
Minik parmaklarınız ile elimi sımsıkı tuttuğunuzda fark ettim ki ben artık rüzgârda savrulan bir yaprak değil, köklerini toprağa sizin için salmış bir çınarım.
Uykusuz kaldım gecelerce (ki hâlâ kalıyorum) ama işe geldiğim andan itibaren özlediğim şey yatağım değil artık sizin beni bekleyen çığlıklarınız.
Çok şey öğrendim sizle.
Yoğurt yapmayı, sağlıklı beslenmeyi, pratik olmayı, çözüm odaklı olmayı, daha sabırlı olmayı, birinin uyurken de özlenebileceğini, Demet Akalın dinlemeyi...
Bilmediğim çok şey olduğunu da öğrendim.
Minicik şeylerin insanı nasıl mutlu edebileceğini de bilmiyordum.Bekledikçe
/yeryüzünde /
kök salmak yerine...
Gökyüzüne
uzanıyor
umutlarım.
Öz
/ gür/
- le - şi - yo- rum.
Alabildiğince maviiii!
Olabildiğince sonsuz.
Bir beden küçük gelen
hayatının ortasında debelenirken
hayallerinin ağırlığını
yüreğinde hissederdi.
Dili tutulmuş kedilerin
yabanıl hüznüyle
güne başlar
güneş gökyüzüne uzanmadan
yüreğinde çoktan tükenirdi.
Ama bir gün
ama o gün...
Kadıköy'ün kalabalık sokaklarında
yalnızlığıyla dolaşırken
Birden...
Onu gördü.
Geçmişin, gençmişliğin
renkli yıllarında kaybettiği
kalp atışlarını duydu.
Aldatılmışlığın,
aldanmışlığın
Sancılarını unuttu.
Ve bir anda,
Ve o anda...
Güneş mavi gökyüzünde
Yeniden...
Kırgınlıklarım
içime içime büyüdükçe
Uzaklaşıyorum sizden.
Siz kendinizi bilmedikçe
Soğuyorum sizden.
Duvarlar örüyorum,
görünmez...
Çığlıklar atıyorum,
duyulmaz...
Yedek parçası/parçacı
oldugum
hayatlardan
kaçıyorum.
Nedeni, nasılı
hesabı sorulmaz...
Uzun lafın kısası
Önüm derya deniz
Ardım karanlık zifiri...
Bir adım atsam diyorum
Korkularım önümü alıyor.
Zamana yenik düşmüş
ürkek adımlarım
Denize koşmak isterken
Rutini bozulmuşlara özgü
bir huzur/suzluk
peyda oluyor içimde.
Dilimde özgürlük naraları...
"Acaba?"lar derinlerde.
Mevsim yaz
Günler uzun ama
çabucak geciveriyor da
Şu geceler yok mu!!
El ayak çekilip
Yıldızlar dile geldiğinde
tutuyor yine başım.
Eskiden MİGREN derdim
Meğer düşünmekmiş
tek derdim.
Gün doğana kadar kaç tilki dolanıyor kafamda?
Kaçı bugünden???
Hepsi??
Hiçbiri??
Geçmişin Aman yiyicileri gerçek olsa.
Ne mi oldu?
Yine bir kadeh yıldız içtim
başım döndü.
Fark ettim ki
Her gün aslında dündü.
Yanan günün ardından
Şarap serinletir miydi ruhları?
Yoksa yangınları körükleyen
bakışların mıydı?
Oysa iki kadeh daha
Yıldız içmeseydim
Bu gece
Sana yazmazdım.
çünkü adını bilmiyor
Yıldızlar haricinde kimse...
Gece,
Yıldızlar,
Ben.
Bende ta derinlerde bir sen...
Ben yıldız içmeseydim
Şarap serinletmeseydi geceyi
Kimse bilmeyecekti.
Sen de...
Keşke sadece
şarap içseydim
Ve yıldızlar yağsaydı
Yüreğime...
Her şey çok farklı olsaydı
aynı bedende farklı seçimler, hayatlar ...
yahut
farklı kılıflara koyabilseydim hayallerimi de
tam yerine rast gelip otursaydı "cuk" diye.
(ama KEŞKEli cümleler kurmanın anlamı yok
gerçekler değişemeyecek kadar ortada...
ve değiştirilemeyecek kadar kanıksanmışlık arz ediyor
tüm insanlarca....
ben de onlara karıştım/ alıştım)
Ezeli ve ebedi olduğu yetmezmiş gibi
EDEBİ bir kin var içimde.
Bastırılmış duygularımın en dibinde...
Kime karşı, neye karşı kinlenmişim Fİ tarihinde, hatırlamıyorum.
ama yürek çatlaklarımdan sızıyor öfkem
Ağız dolusu küfürler etmek istiyorum.
babası meçhul anlamında bir küfürle başlayıp
anasını da atlamadan
tüm sülalesine dokunsun istiyorum içimdeki kinin lekesi.
Hak ediyorlar işte
küfürlerimin yönelme hal eki almış sahipleri...
uymadı-
uyduramadım.
şairin kastettiği anlamları taşıyamadı şiir.
Damla - 2007
Mekanım cennet midir
Ölü müyüm yoksa diri miyim?
yoksa cehennemin ta kendisi miyim?
belki de kendi cehennemini gözlerinde gizleyemeyenim.
Bilinenim, bilenim, bilenenim...
Çok bilinmeyenli bir denklemim.
BEN
ezeli hayatların edebi karmaşalarını sözcüklerinde taşıyan
geleceğe uzatılan bir köprü de değilim.
Ne bir mesajım var insanlığa
ne de bir amacım var hayatta.
Anı yaşamak isteyen ama
anıları biriktirirken an'ları kaçıran bir bilmezim.
Ne tükenmez kalemle yazılıyorum
kalıcılık amacıyla
ne de kazınmışım taşlara çivi yazısıyla
Alfabem haç harfli, kaç harfim sessiz, kaçı sesli....
hangi gün hangi sebeple başladım bilmem
ama yazıldıkça ilerleyen bir cümleyim
damla 2023
haftalar sonrasında
evden çıktığımda
güneş tenime değdiğinde
bedenim reaksiyon gösterirse
ruhum alışamadığını hissederse
biliyorum ki geçici bir durum bu
elbet, dakikalar ilerledikçe
nefes alabileceğim.
23 Haziran 2006
Damla sızmış ruhuna
aşkın, sevdanın damlası
damlamış, damlamış
tüm ruhuna yayılmış
Damlasızmış bir başka yürek
Damla gidip o yüreğe sığınmış
Sızmış kalmış bir köşede
Damlayınca ayılmış/uyanmış
20 Aralık 2008
sİz
isimSİZ
silüetler...
Sizin
içinİze
Sis;
sessiz, izinsiz
sinecek.
Siz
isimlendirdiğinizde
silebileceksiniz,
içinizden,
sesinizden.
30 Ekim 2004
Arayışların çıkmazı,
çıkmazın tam ortası
Ben.
Bilinmezim, bilinenim, bilenim...
Aranmazım, çıkmazım..
Sen.
25.11.2008
Yalnızlığımın başkenti oldu İstanbul
ve nereye gitmek istesem
benimle taşındı hem şehir hem kalabalığım.
o yüzden hiç gidemedim.
03.03.2023
yalan -cı bir güneşti parlayan
bir vardı, bir yoktu...
aşk kadar yakıcıydı, aşk kadar uzak
üzerine şiirler yazılırdı
kurulu düzenleri alt üst ederdi rüzgarı
hayatlar -ı yok ederdi kayboluşu
acıya alıştırırdı insanoğlunu
mahkumdur teninde yanılsamasını hisseden
21 Mart 2007
Ölümüm...
Ben susuyorum
Sen görmüyorsun
Onların umurunda değil
sözcüklerimin duvarlarında yankılandığı gözyaşı odalarımda
kayboluyorum
Kayboluşlarım fark edilmiyor.
Ay, odalarıma doğmuyor.
Ay, yüreğime dolmuyor.
Ben eriyorum...
Sen bakmıyorsun.
Gözlerin takılsa bana
yüreğim sana akacak
Kurtuluşum olacak/sın
Onlardan beklentim yok.
Şubat 2004
-I-
Sözcüklerimi yoğunlaştıramadığım zaman
gözyaşlarım birikiyor.
Suskun çığlıklar akıtıyorum
sessizliğimin boş odalarına.
Senden kaçıyorum
Onlardan kaçıyorum
Benden kaçıyorum
Kalbimi hüzün odalarıma kapatıp
boğuluyorum sözyaşlarımda
Cesedim kırmızıya dönüyor
Gözlerim içime dönüyor
Karanlık
Yalnızlık
Kırgınlık
Düşsel boyutun soğuk yazlarında üşüyor ölümüm.
Şubat 2004 Kadıköy
Ülkede 6 Şubatta yaşanan deprem hepimizi çok etkiledi. Hepimiz ülkenin yarısının birkaç dakikada nasıl yok olduğunu gördük. Gördüklerimiz doğal bir afetten çok fazlası...
Sayılardan ibaret olan canların cenazesi... cenazelerin inançlarına, ritüellerine uygun değil de alelade, rastgele defnedilmesi (keyfi bir durum değil bu elbet. felaket ne kadar büyük bir boyutta ki yetişilememiş. Çoğunun kimliği bile tespit edilememiş.).... parçalanmış bedenler... yakınlarının cenazelerini bile bulamayanlar.. Kaybolan insanlar. kaybolan çocuklar. o çocukların yaşadıkları.. o çocukların korkuları...
Ooooff bunların hepsi zaten travmatik değilmiş gibi afet sonrası yaşanılanlar. Sıralamak bile istemiyorum burada.
Biz ne ara bu kadar korkunç olduk?
99 depreminde de duyduklarımızı yine duyduk, fark: artık bir sosyal medya olduğu için daha çok kişiden daha çok şey duyuyoruz.
Günlerdir kontrolü elimden bırakmamaya çalışıyorum, yaşanılanların korkunçluğunun farkında olmama rağmen dehşete kapılmamaya çalışıyorum. İkizlere yaşanılanları süzgeçten geçirip söyledik, izlettik. Bilsinler neden normal olmadığımızı, neden normal olmamamız gerektiğini.
Yas tutmamız gerektiğini ama o anda takılı kalmayıp önce kendimizi sonra çevremizi bilinçlendirmeye çalışmamız gerektiğini. Dayanışma ile oradakilere faydalı olabileceğimizi, elimizden ne geliyorsa yapmamız gerektiğini...
Anne bizim evimiz güvenli mi diye sorduklarında ne diyeceğimi bilemedim, onları korkutmamaya çalışarak açıkladım. Güvenli olduğunu düşünüyoruz ama olası bir yıkım anında neler yapmamız gerektiğini vs vs vs
Bunları onlarla konuşmak da bana korkunç geliyor. Doğru kelimeleri seçmek, onları korkutmamak, bilinçlendirmek için elimden geleni yapıyorum.
Ama itiraf ediyorum çok korkuyorum. Depremlerden değil sonrasından korkuyorum.
Sonrasında çocuklarıma yetişememekten korkuyorum. Onları koruyamamaktan korkuyorum.
Bana bir şey olursa onlara ne olacak diye korkuyorum. Söylemeye bile korktuğum o korkunç şeyleri... insanların günlerdir yaşadıkları şeyleri yaşamaktan korkuyorum.
Sağlıklı değil ve bu bir girdap farkındayım. Bir süre sonra bu anki gibi hissetmeyeceğim onun da farkındayım.
ama şu an elimde değil, yapamıyorum.
En büyük çıkmazım..
Ben.
Ne ilerleyebiliyorum ne kısalıyorum bende.
Başka bedende ben olsam adımlarım hızlanır mıydı diye düşünmeden edemiyorum.
Bildiğim şu ki:
Bende bir şey var bana ait olmayan, ben olmayan...
o rahat vermiyor bana.
Satır arası sözcüklerden oluşan sözlük dışı duygu içeren bir cümleyim.
Ne büyük harfle başlanmış ne de imlası olan bir cümle.
Öyle tek satırlık değilim
Paragraf dolduran bir cümleyim.
Ne bağlaçlarım var benim ne de satırbaşım.
Öyle pat diye başlanmış,
uzadıkça uzamış eksiltili bir cümleyim işte...
Ne tanım yapıyorum herhangi bir şeyi
ne de tanımlanabiliyorum sözcüklerimle.
Kitaplara girememiş henüz
ama sayfaları kirletiyorum hayatımda.
Kirletirken arınan bir tezatım ben aslında.
arındıkça eksiliyorum ya...
eksildikçe de artıyorum kendime.
Ne siyasi içerikliyim
ne de dini bir söylenceyim.
Film senaryosu olmaz benden ama kendi senaryomun ilk cümlesiyim.
Oynanmak için yazılmamış uzun bir tiradın nefes alınan noktasındayım
Müsamerelerde heyecandan unutulan o cümleyim sahnede..
Tek nefeste okunamam
tek bir anlam içermem..
her göze aynı görünmem...
her seste işitilmem...
çoğu kez kendi sesimle bile dile gelmem
işte öyle alelade, kendi halinde bir cümleyim.
Alelade dedimse basit bir cümle sanmayın beni.
Girişik birleşik, içiçe girmiş hallerimle miting alanlarında çığlıklarla duyabilirsiniz beni bazen
bazen de şehrin göbeğindeki bilboardlarda salınır sözcüklerim.
Ama en çok boğaza yansımayı severim.
Mehtabı arkama alıp köprünün altından sulara serilirken aşıkların diline teğet geçerim.
Bazen çiğdem kokulu narin bir cümleyken bazen de bir fahişenin ter kokan teniyim.
Siyahtan beyaza evrilse de sözcüklerim
ben özünde kıpkırmızı bir cümleyim.
Ne bir şehre aitim ne de bir yüreğe demirlemişim
Koordinatlarım yoktur benim
iç içe geçmiş karıştırmıştır birbirine meridyen ve paralellerim.
Bitki örtüsü ya da herhangi bir örtü değildir karakteristiğim
Ulaşılamaz, uzlaşmaz bir değişkenim.
Kararsızlığım bile bir karardır benim
Söz dinlemem, uslanmaz bir cümleyim.
bir yudum suya nasıl muhtaçsa insanoğlu
ben de öyle muhtacım yazılmaya.
satırlara döküldükçe suretim
anlamlandırıyorum/ anlamlanıyorum
yazılıp yüzleşince kendimle
huzursuz buluyorum huzursuzluğumdan
önce kıyılara vuruyorum dalgalarla sonra içime çekiliyor taneciklerim.
Kendimi anlamlandırdım ya
anlaşılma kaygısından uzak bir cümleyim
Yerine göre özne, yerine göre nesne, yerine göre tümlecim.
sesli harfllerim ve sessiz harflerim ayrıştığında birbirinden yeni bir dünya keşfederim.
Bilinmeyen dillerde şekillenir
konuşulmayan bir dilde seslenirim
----devamı gelecek------
çekip gitti bir gün
yollar yakın gelince
yalnızlık elbisesinden başka
belirsizliği aldı yanına bir de...
dört yanı ıssız
her yanı karanlıktı gitmeden.
gitmekle aydınlanır mıydı
yüreğindeki tenhalık
bilinmez...
ama umutlarını cebine
gözyaşlarını düne koyup
çekip gitti o gün.
kent ağır gelmişti besbelli
tüm yükünden sıyrılmak istedi
sorgusuz sualsiz
çekip gitti birden o gün
hiç kimse bilmedi neden gittiğini
yahut gittiğini.
Ocak 2004
Öfkeyle parçalanmış bir fotoğraf gibi duruyor mazi beynimin acıyan yerinde.
Bir türlü bir araya getiremiyorum parçalanmışlıkları...
Çoktan çözülmüş aralarındaki düğüm, yeniden bağlamak neredeyse imkansız.
Bin parçaya bölünmüş bu yaşanmışlıkların her birini nasıl tutarım bin kolum yok ki benim.
Debelenip duruyorum
dün bugün ve yarın ortasında...
tanımadığım yarından korkuyorum,
dünü hatırlayamıyorum..
kafam öyle karışık ki. bugünü de ondan yaşayamıyorum.
Sözüm gözümde büyüyor, kulaklarımda uğulduyor sesin.
Yüreğime çöken gecelerin kanayan yarası sıcak.
kırmızıya bulanmış anılarım kanıyor bedenimin her yanından.
Yürüyorum, yürüyüşüm yoruluncaya kadar, yollar ayrılıyor, yollar kesişiyor
yollar insanların arasından geçiyor, yollar insanları ayırıyor...
insanlarda hep telaş, hep kargaşa kimse kandan anılarımı fark etmiyor.
kazara gözleri gözlerime değenler ise görmezden gelmeye dünden hazır bendeki kederi.
Yürüyorum, yürüdükçe yorulmak yerine morarıyor elbisem, morarıyor saçlarım... anılarım...
bedenimdeki sıcaklık tükendi. anılarım tazeliğini kaybetti.
Ne insanları görüyorum artık ne da acıyı hissediyorum..
üzülmüyorum da...
Gözlerimin çoktan sönmüş feri.
Her yer artık gri.
kalbim belki ara ara atıyor ama beyin ölümüm gerçekleşti.
2003 Aralık /2023 Ocak
Düşte miyim,
gerçekte mi?
Yoksa ikisinin arasındaki
o ince çizgide mi?
Sözde öznelik yapan
sözde öznellikten uzak
"biz diye tanımlanan bir şarkının
son dizesinde miyim?
yoksa
durmadan tekrarlanan
durdurulmalardan uzak
ağızdan ağıza dolanan
nakarat dizesinde mi?
Ne dündeyim
ne gelecekte...
ben bugünde bile değilim?
11.11.2003 -İstanbul
Her zamanki saatinde geldi babam eve bugün.
Beti benzi atmış, keyifsiz...
- Müjdemi isterim baba! Asgari ücret 8.500 olmuş, dedim.
Babamın yüzü iyice düştü.
- Ben gidip un alayım, dedi annem.
Damla Güler Öztürk
vapurdan indim ya Bostancı'da
üstüme çöktü şehir
yürümekte zorlandım
ayaklarıma dolandı
gözlerim karardı kalabalıkların çığlıklarında
Neyse ki...
saçlarıma sinmiş ada havası
ve silinmemişti ada ruhu parmak uçlarımdan..
30 Aralık 2022
Kütüğüne kayıtlıların kalp sızıları ilee ters orantılıdır adı Günyüzü'nün. Boz, buruk, yorgun taşlarını kırıp Yeni betonlar diktiler...